top of page

Doğaseverler için mütevazi bir cennet: Karaorman, Almanya

Güncelleme tarihi: 18 Şub 2023

Almanya'nın güneyinde Baden-Württemberg eyaletinde yer alan Karaorman (Schwarzwald) yürüyüş, kayak, bisiklet, gastronomi ve tarih turları için oldukça fazla seçenek sunan keyifli bir lokasyon.


Stuttgart, Strasbourg ya da Basel havalimanları vasıtasıyla ulaşılabilen Karaorman Bölgesi Tübingen, Baden-Baden ve Freiburg gibi birbirinden güzel, tarihi dokusu çok iyi korunabilmiş Alman şehirlerine ev sahipliği yaparken komşu ülke Fransa'nın Alsace-Lorraine Bölgesi'ne de yakınlığı ile öne çıkıyor.


Kuzey-batı ekseninde yaklaşık 160 kilometre, doğu-batı ekseninde ise 50 kilometre genişliğe sahip ormanlar silsilesinin en yüksek noktasını 1493 metre ile Feldberg oluşturuyor. Güneye gidildikçe ortalama yüksekliği artan Karaorman gezileri için en iyi başlangıç noktası: güneyin tarihi, çevreci, dinamik, öğrenci şehri olma özelliklerini taşıyan Freiburg.

Freiburg benim için oldukça büyük öneme sahip bir şehir. Almanya'yı ilk buradan yola çıkarak tanımıştım. O zamanlar İstanbul'da tanıştığım kız arkadaşım, şimdilerde sevgili eşim (2016'da Freiburg Belediyesi'nde evlendik), Alice ile Karaorman'da yaklaşık 10 günlük bir "backpacking" yapmıştık. Bölgedeki çiftçilerle iletişim kurup zaman zaman onların samanlıklarında uyuyup onlarla sabahın sıcacık ekmeklerine tereyağı sürmüştük. Almanya'ya ve Almanlara bakış açımı değiştiren bu gezi sayesinde ilk yurtdışı turumun da temelleri böylece atılmış oldu.


Onlarca farklı turda yaşadığım hemen hemen tamamı olumlu deneyimler nedeniyle hala yapmaktan en keyif aldığım turlardan biri Karaorman. Mütevazi, fazla bilinmedik ama aynı zamanda da gidenin yüzünde hep gülümsemeyle döndüğü Karaorman kendine has kültürü, yüksek doğa bilinci ve güneşli günleri ile Almanya'nın diğer bölgelerinden ayrılıyor.


Tuna'nın doğduğu bu topraklar aynı zamanda Grimm Kardeşler'in hepimizin bildiği masallarına da ev sahipliği yapıyor. Orman içinde yürüyüş yaparken insanların aklında muhakkak Grimm Kardeşler'in masalları oluyor. Sık karaçam ağaçlarıyla kaplı olmasından dolayı güneş ışınlarının orman tabanına kolay kolay girememesi ormanı karanlık kılıyor. Tabii ki karanlık orman da her türlü masalın ve korku hikayesinin yazılması için oldukça elverişli bir ortam.

Fakat Karaorman'da her şey böyle karanlık ve iç karartıcı değil elbette. Karaorman pastası, guguklu saatler, her bir köşesi petunyalar ile süslenmiş rengarenk dik çatılı evler, berrak göller ve iyi niyetli insanlar... Özellikle insanlara burada bir parantez açmak gerekiyor. Almanya'nın en gelişmiş, en zengin bölgelerinden biri olmasına rağmen geleneksellik burada hala ciddi bir şekilde hayatın parçası. Bu geleneksellik ilk başta kendini diyalektte belli ediyor. Bölgenin diyalektleri olan Alemannisch ve Badisch ile Almanca'nın en sade diyalekti Hochdeutsch (Yüksek Almanca) arasındaki fark İstanbul Türkçesi ve Doğu Karadeniz lehçesi arasındaki farktan çok daha fazla. Benim gibi üniversite sıralarında, Goethe Enstitüsü'nde Almanca öğrenmiş faniler için de dumur üstüne dumur yaratan ortamlar kaçınılmaz oluyor.


Bölgenin gelenekselliğini fark edebileceğiniz bir diğer unsur ise mimari. Özellikle kırmızı rengin bolca kullanıldığı 400-500 senelik iki üç katlı rengarenk evler, dar sokaklar, tatlı dükkanlar, şirin meydanlar ve meydan çeşmeleri kent mimarisini oluştururken neredeyse yere değecek kadar geniş inşa edilen sağrılı çatıları, her yeri çiçeklerle kaplı ahşap köy evleri ve samanlıkları da Karaorman'ın kırsal mimarisini oluşturuyor.

Biz programlarımızda genelde Basel Havalimanı'nda buluştuktan sonra bir saat mesafedeki Freiburg şehrine gidiyoruz. Şehrin mimarisi herkesi hemen etkisi altına alıyor. Almanya'nın en uzun katedrallerinden olan Münster, önünde kurulan günlük taze sebze-meyve ve el işçiliği pazarı, şehri tepeden izleyebileceğiniz 15 dakika yürüyüşle ulaşılabilen Schlossberg tepesi, kenarında oturup piknik yaparken keyifle ayaklarınızı suyuna batırabileceğiniz Dreisam Çayı, Alman aristokrasisinin gösterişli evlerinin bulunduğu Wiehre mahallesi şehirde hemen farkedip kolaylıkla bulabileceğiniz noktalar. Alman yeşiller hareketinin çıkış şehri olan Freiburg çevre bilinci hayli yüksek mahallelere de ev sahipliği yapıyor. Vauban ve Merzhausen mahalleleri kendi kendine yetebilen ve hatta fazlasını üretip şehre enerji anlamında katkıda bulunabilen evlere ev sahipliği yapıyor. Hatta bu mahallelerin bazı bölgelerinde şahsi araç sahibi olamıyorsunuz. Yani arabanız varsa size ev vermiyorlar. Resmen araba sahipliğinin utanç verici olduğu bir şehir burası.


Şehirde bisiklet kullanımı o kadar yaygın ki yayalar olarak sizi en tedirgin eden şey bisikletler oluyor. Şehirde kişi başına ikiden fazla bisiklet düşüyor ve herkes bisikletle ulaşımını sağlıyor. Bütün sürücüler trafik kurallarına fazlasıyla hakim ve oldukça riayet ediyor. Akşam karanlığı yaklaşınca bütün lambalar yanıyor önlü arkalı, çoğunluk kask kullanıyor. Şehirde bisikletle giremediğiniz bazı bölgeler var. Buralarda bisikletler hemen ele alınıyor. Yayalar da hayatlarında sürekli bir şekilde bisiklet kullandıkları için bu ritme oldukça alışkınlar ama böyle bir şehirde daha önce bulunmamış gezginler için ilk saatler biraz tehlikeli ve gergin olabiliyor. Çünkü herhangi bir hatada sert uyarı ile karşılaşıyorsunuz.


İlk günümüz şehirde bu şekilde geçtikten sonra ertesi gün komşu ülke Fransa'nın komşu bölgesi Alsaz'a gidiyoruz. Burada Fransa'nın en güzel köyleri ve şehirleri bulunuyor. Colmar, Eguisheim, Riquewihr, Kayserberg bu köy ve kasabalardan bazılar. Almanya-Fransa sınırında bulunmasından dolayı sürekli sorun olmuş, el değiştirmiş bir bölge Alsace. Buradaki halk hem Almanca hem de Fransızca'ya oldukça hakim. Özellikle Colmar ülkemizde fazlaca popülerliğe ulaşmış bir şehir. Noel zamanı hele bir de kar yağmışsa tadından yenmiyor ama bahar ve yazda da sokaklarını arşınlamak çok keyif veriyor.

Bu dört köyü gördükten sonra Freiburg'a dönüş yolunda "Strauße" adı verilen çiftçi restoranı ve üzüm bağlarında mola verip akşam yemeğimizi burada yiyoruz. Geniş bahçeleri, her biri çiftliğin mahsullerinden üretilmiş yemekler ve güzel şaraplar, keyifli bir gün batımı ile harika vakit geçirebileceğiniz yerler buralar. Aynı zamanda turistlerin de çok bilmediği, uğramadığı yerler olmasından ötürü yerel halkla tanışabileceğiniz, alışkanlıklarını görebileceğiniz, mutfağını tadabileceğiniz önemli yerler.

Ertesi gün rotamızı Karaorman'a çeviriyoruz. Bana göre Karaorman'ın en güzel kasabası ve en iyi rotaların kesişim noktası olan Hinterzarten'a kıvrımlı yollardan yarım saatte ulaşılabiliyor. Bu kasabadaki hemen hemen bütün otellerde konakladım sayılır. Her biri de ayrı keyifli, güzel manzaralı, genellikle Almanların tercih ettiği yerler.

Şu yukarıdaki balkonda oturup yürüyüş sonrası akşamüzeri çayınızı içebileceğiniz güzel otellerden biri. Orijinal Karaorman evlerinden olup daha sonradan otele dönüştürülmüşler. İçerisi de yer yer orijinal, antik mobilyalar ile döşenmiş, sade ve çok keyifli yerler. Genelde bir kişi bütün otelle ilgileniyor. Zaten 7-8 adet odaları bulunuyor. Akşam bir saatten sonra otel görevlisi de kasabadaki evine gidiyor ve kendi kendinize kalıyorsunuz.


Öğle saatlerinde Hinterzarten'a varıp eşyalarımızı otelimize bıraktıktan sonra başlıyoruz ilk yürüyüşümüze. Bugün 15 kilometre kadar yürüyeceğiz. Rotamız bölgenin en güzel buzul göllerinden, ismini Roma İmparatoru Titus'tan almış Titisee Gölü. Hinterzarten'dan yükselerek ladin ormanları boyunca ilerliyoruz. Yer yer mandıralar ve çiftlikler geçerek yolun yarısında Titisee manzarasını yukarıdan görebileceğimiz bir tepeye ulaşıyoruz. Burada Karaorman Bölgesi'nin çiftçiliğinin anlatıldığı, alet edevatın bulunduğu hiçbir zaman açık bulamadığımız bir müze ve şirin bir ev bulunuyor. Daha sonra Titisee'ye iniyoruz. Burası trenle de ulaşılabilen bir yer olduğu için genellikle kalabalık ve canlı bir merkez. Gölün suyu şahane, özellikle sıcak yaz günlerinde yürüyüşün ortasında yüzme molası vermek için müthiş bir yer. Tabii ki Türkiye'den gelen gezginler genellikle daha önceden gölde yüzmemiş oluyorlar ve kafalarında hep soru işaretleri oluyor ama Almanya gibi deniz mahrumu bir ülke için göller hayatın çok önemli bir parçası. Ben de grubu bunu deneyimlemeleri için yüreklendiriyorum. Sonra da göl kenarında öğle yemeği yiyoruz.

Titisee'de Karaorman'ın meşhur olmuş pastasını tatma imkanımız oluyor. Fakat buradaki Karaorman pastası Türkiye'de alışık olduğumuz Karaorman pastasına çok da benzemiyor. Genelde kalın bir krema tabakası ve likörlü böğürtlen ve ahudududan yapılan pasta buranın sembolü olmuş durumda.

Ağustos ayında ormanların her yeri orman meyveleri ile kaplanmış oluyor. Biz de yürürken bol bol tadına bakıyoruz meyvelerin. Karaorman meyveleri tabii ki bölgede kültürel anlamda çok önem taşıyor.

Yüzyıllar boyunca yapılan tablolarda, yazılan şiirlerde, hikayelerde, kıyafetlerde meyvelerin izlerini bulmak mümkün. Artık kullanılmayan ama yüzyıllarca kadınların giydiği karaorman meyveli şapkalar özellikle eğlenceli.


Bölgenin geleneksel kıyafetleri arasında bulunan böğürtlen şapkalar kadınların medeni halini hemen anlamanızı sağlıyor. Eğer böğürtlenler kırmızıysa kadın bekar; siyahsa evli anlamına geliyor. Siyah olgunluk ve ağırbaşlılık; kırmızı is gençliğin ateşi ile ilişkilendiriliyor. Bu sayede herhangi bir yanlış anlaşılmadan da hiçbir açıklamaya gerek kalmadan kurtulunmuş oluyor. Tabii artık günümüzde kullanılan bir şey değil ama kartpostallarda, hediyelik eşyalarda bu böğürtlenli şapkaları görmek mümkün. Matrak :)


Dönüş yolumuz daha kısa, akşamüzeri otelimize varmış oluyoruz. Otele varmadan önce bölgede yetişen üzümlerden yapılan şarapların satıldığı bir dükkan var. Oraya uğruyoruz ve küçük bir tadım aktivitesi gerçekleştiriyoruz. Dileyenler akşam keyifli balkonlarında tüketmek üzere alışveriş yapabiliyor. Hatta bulunduğumuz ortamın büyüsüne kapılanlar günün üstüne bir de gece yürüyüşü yapma fikriyle yorulmuş rehberlerini ikna etmeye çalışıyorlar. Evet, ay ışığında, ellerimizde fenerlerle düşüyoruz ormanın derinliklerine. Ama ertesi gün ciddi bir yürüyüş bizi bekliyor. O yüzden çok da geç saate kalmadan artık günü sonlandırıyoruz.


Almanya'nın Avusturya sınırında, yarısı Avusturya'da kalan dağlarının dışındaki tamamı ülke içinde bulunan en yüksek noktası Feldberg. 1493 metre ama yürüyüş öyle küçümsenecek bir rota değil yine de :) Toplamda 12 kilometre yürüyoruz bugün. Yer yer epey dik patikalardan geçiyoruz. Hatta grubun kondisyonuna göre patika dışına çıkıp kendi rotamızı kendimiz oluşturuyoruz. Yürüyüşün yarısında Karaorman çiftliklerinden birinde öğle yemeği molası veriyoruz. Burada bölgenin özellikle et ve süt ürünlerini denemek isteyenler için geniş seçenek bulunuyor. Veganlar ve vejetaryenler için de bölgenin sebzelerinden lezzetli yemekler sunuluyor. Öğle yemeğinden kısa bir süre sonra bölgenin bence en güzel gölü olan Feldsee'ye varıyoruz.

Hemen yanıbaşında bulunan Feldberg'den gelen kar sularından beslenen göl yılın her mevsimi inanılmaz manzaralar sunuyor. Koruma altında bulunan göle girmek, burada balık tutmak yasak. Bir süre burada mola verdikten sonra yürüyüşün son ve en zor kısmına geçiyoruz. Buradan sonra oldukça dik bir çıkış bizi bekliyor ama toplam bir saat sürdüğü ve sonunda da yürüyüş tamamlandığı için herkes kendine o enerjiyi bulabiliyor. Her adımda altımızda bıraktığımız Feldsee Gölü'ne dönüp dönüp bakıyoruz ve havanın açık olduğu günlerde bölgenin tamamına hakim Feldberg zirvesine varıyoruz.

Buradan çok kısa bir tren yolculuğu ile otelimize dönüyoruz ve akşam yemeğinde genelde konuşulan konu grubun ne kadar azimli olduğu, zirve yapmanın gururu ve yarın bitecek olan turun yavaş yavaş başlayan hüznü oluyor. Bu akşam herkes daha önce tatmadığı şeyleri sipariş ediyor. Yarınki yürüyüşün çok zorlayıcı olmaması ve turun son gecesi olması vesilesiyle geç saatlere kadar hikayeler, sohbetler paylaşılıyor.


Sabah kahvaltının ardından yine otelimizden başlıyoruz yürümeye. Bugün biraz daha kültürel bir rota üzerinden 8 kilometre yürüyeceğiz. İlk gün göl yürüyüşü yapmıştık, ikinci gün zirve ve dağ yürüyüşü yapmıştık. Bugün de kanyon ve dere kenarı boyunca ilerleyip bölgenin değirmenlerini, Goethe'nin gelip birkaç gece konakladığı evi, Roma döneminde yolcuların konakladığı ve atlarının dinlendiği kavşak noktasını, cam atölyesini, guguklu saat atölyesini ve dünyanın en büyük guguklu saatini göreceğiz. Yürüyüşün sonuna doğru şirin bir ailenin işlettiği küçük bir ev kafesini ziyaret edip son molamızı veriyoruz ve farklı bir rotadan otelimize dönüyoruz.


Bu satırları yazarken yine bu rotayı ve turu ne kadar sevdiğimi hatırlamış oldum. Dediğim gibi ilk yurtdışı rotam ve duygusal olarak da bağlı olduğum bir bölge olduğu için Karaorman'ı fazlasıyla seviyorum. Kışın Feldberg'de kayak da yapabileceğiniz, ilkbahardan sonbahara kadar her dönemi ideal, keyifli bir rota Karaorman. Umarım bir gün bu rotada görüşürüz!



1.701 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page